Bir bayramcının acı itirafları

Önceki İçerikSize rağmen barış
Sonraki İçerikSen olmak…

İstanbul’un en sevdiğim zamanı bayram zamanıdır. Şehir hafifleyip ferahlayınca açılır, genişler.
Rahat nefes almaya başlayınca davetkar olur- gel der, gel.
Gör benim gizli köşelerimi, ırak sokaklarımı.
Hadi yürü yürüyebildiğin kadar es geçtiğin yollardan, sap bu sefer yarışmıyorken sonunu bilmediğin yollara.
Tam da böyle heveslenmişken, şehrimi huzurla tatmayı özlemişken yine sükut-u hayal, yine sükut-u meyal.
Boşalmıyor şehir, boşalamıyor. Bilhassa doluyor, dolanıyor, doğruyor.
Güz vaktinin bütün romantik vaatleriyle Adalara gidiyorsunuz, o da ne?
Vapur adeta kebapçıya dönmüş, et kokusuyla sarhoş martılar.
Fayton kuyruğu iskeleye kadar uzamış, etraf silme arsız, mızmız çocuk. Sanki ruhunuzun en derinliklerine bağırıyorlar DoNdUrMa dOnDuRmA.
Taksim’e çıkıyorsunuz, her köşede bir işeyen adam. Sanki Pakistan’dayım tekrar.
Gece, gündüz fark etmiyor. Öbek öbek erkek akıyor sokaklardan.
O çok sevdiğim arka sokaklarda, sakin çıkmazlarda ürperiyorum bu defa. Kırık bira şişelerinin üstünden atlaya atlaya geçiyorum, burnumda ağır bir kan kokusu, kulağımda uğultular.
Hadi diyorum sinemaya. Onlar da dolu, heyhat.
Alışveriş merkezlerine mahkum edilen sinema salonlarından ne bekleyebilirsiniz ki? AVM’ler sosyal hayatın biricik merkezleri olmuş bir kere, bayramda mı taşmayacaklar?
Lüksü, müksü fark etmiyor. Tıpkı “sofistike” düğünlerdeki elit davetlilerin dayanamayıp canı gönülden göbek atması gibi bu Milano’yu aratmayan mağazaların önünde gördüğümüz de bin bir türlü göbek, bin bir temaşa. Adam kapıdan çıkmayı bilmiyor bir kere, bir an önce çıkacak ya, üstüne üstüne geliyor. Kapıda sıkışanları görmüş bu gözler, ne yazar elindeki Prada, gırtlağındaki ipek fular?
Park deseniz bana zaten haram. Bir adet Mine Kırıkkanat suçlaması getirmeden evvel, leb demeden leblebiyi söyleyeyim. Derdim ne beyaz don ne beyaz çorap. Derdim çöp. Bitmek bilmeyen ve her köşeden fışkıran çöp.
Bir kere, fakir halkımıza park sefasını mı çok görüyorsun suçlamasını kabul etmiyorum. İki yakanın da parklarının yanından geçerken hep dikkat ediyorum; piknikçilerin arabalarının çoğu gıcır, parlak mı parlak.
Bunun para pulla alakadar olmadığı aşikar.
Hadi anladım, çevre bilinci hak getire. Çer çöp içinde yüzen veledi de düşünmüyorlar, eyvallah.
Ama şunu merak ediyorum: Ah be güzel kardeşim, dönmeyecek misin buraya öteki hafta? Oturmayacak mısın o poşetin üstüne, o pet şişenin dibine? Hiç mi rahatsız etmez seni bu pislik, bu duman?
Çareyi yine mezarlıkta buluyorum. Romanların rengahenk çiçekleri dizilmiş kapılara, servilerde yeşil, siyah kuşlar.
Bayramda sevdiğinizi ziyaret etmek, dertleşmek, o sessiz toprakları güllerle bezemek ne güzel bir ayindir aslında.
Ama o da nesi? Bir köşede bir kavga, diğer köşede takılan dört kafadar. Sanki bara gelmiş adamlar.
Düğünlerimiz serseri kurşun, cenazelerimiz miras boğuşlarıyla kanlı, canlı, heyecanlı.
Bayramlarımız trafik sancısı, 12 taksitle alınan kurbanlık koyunlar.
Bir de tabii kazalar.
Binaenaleyh, bana fazla bu kadar heyecan, fazla bu kadar kargaşa.
Sanıyorum en güzel bayram yine odamda. Kafamdaki boş sokaklarda.

Kaynak: Milliyet

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz